Allâh Teâlâ Hazretlerine Şirk/ Küfür den sonra en büyük günah kalb kırmaktır. Çünki; Allâh Teâlâ ‘nın yaratmış olduğu en üstün mahlûk insan kalbidir.
Nitekim ;
Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki kullarından kapları vardır. Rabbinizin kapları salih kullarının kalpleridir. [1]
“Müminin kalbi Allah’ın evidir [2]
Buyrulmakla insan kalbininin kıymeti /şerefi olduğunun izahında belkide bu iki hadisi şerif yeterlidir.
Mevlâ teâlâ ya gidilen en kestirme yol kalp ile gidilen yoldur. Bir şeyin kıymeti / şerefi ya onu yapana yada özelliğine göre nispet edilir. O halde kalbin sahibi Allah teâlâ ise artık kalbin değerine behâ biçilebilir mi ?
Heleki bu kalbe Mevlâ’nın kudret ve hilkat eli değdi ise …..
KALB, MEVLÂ’NIN KOMŞUSUDUR.
İmâm-ı Rabbâni Mektûbâtında buyurdular ki ;
“İnsan kalbinin Allah teâlâ ’ya en yakın nispetteki uzuvdur. Kalp kırmak mevzunda sizleri sakındırıyorum . Lakin insanın kapı komşususu günahkar bile olsa hak ve hukuku gözetilmesi gerekiyor. Kalb , Mevlâ’nın komşusudur. O halde Mevlâ’nın kullarına karşı kim olursa olsun ister günahkar olsun, onu incitmek , tahkir etmek , hakaret etmek olsun veya hain bakışlarlada olsun , bu tür filler o kulun sahibi olan zâtı incitmek demektir.” [3]
Yine İmam-ı Rabbani Hazretleri 11. mektūbunda meâlen buyuruyorlar ki ;
“Mahlukat Dairesinde En büyük varlık Arş’urrahman ‘dır.
İnsan kalbi ise Arş’ın altında bir mahluk olmasına karşın Arş’ı kebir den daha kıymetli ve üstündür çünki; Allah Teâlâ Arş’a esma ve sıfatlarıyle tecelli eder , insan kalbine ise zâtıyla tecelli eder … Mevlâ Teâlâ Arş’a tecelli ettiği zaman onun bundan haberi yoktur . Lakin insan kalbine tecelli ettiğinde bundan hasıl olan huzur vardır, şuur vardır, sekine vardır hasılı tecelli eden zât’dan haberdar olmak vardır.” buyuruyor …
ECDAD’IN AHLAKI ;
Evvelden, tekke mensubları birbirlerine karşı konuşurken, diyeceğim şey acaba karşımdaki zâtı rencide eder mi? etmez mi ? diye düşünür ona göre hareket eder idi.
Mesela; Medrese odasındaki lamba kapalı olsa , lambanın civarındaki arkadaşına
“lambayı Yak !” demez ..
Düşünürdü ki; ben bu “yak” kelimesiyle bu kardeşime cehennemi hatırlatmayayım, belki derse oturacak / diz çökecek iken ona bunu hatırlatmak ile moralini / mâneviyatını bozmayayım veya düşüncelere daldırmayayım.
Derdi ki ; “ kardeşim şu odanın lambasını aydınlatırmısın “ …
Veya, cem‘iyyet içinde zengin , mevki cihetinden üstün olan insanlar kendilerinden daha aşağı / fakir kimselerle muhabbet eder ḥāl ve hâtır sorar gönül alırlar idi.
Evvelden biri doktora gitse , doktor evvelce o hastası ile ünsiyyet kurar,
“ hoş geldin, safalar getirdin, çoluk çocuğun nasıl , akibetleri iyimi vs gibi önce ḥāl-hâtır sorar ondan sonra derdiniz nedir hastalığınız nedir “ suali ederdi.
Demez di ki; küt diye neyin var , neren ağrıyor ..
Hasta olan kimse ise , muayeneden sonra galiz kelimeler ile “ Borcum ne doktor..! “ demezdi .
Derdi ki ; şükrân-ı maddimiz / maddi teşekkürümüz nedir efendim ?
Doktorda hastasını incitmeden “ Efendim şu kadar ücret takdir buyurmuşlar” der idi.
Neticede, kim kimi tedavi ediyor acaba. kalb incitmemek adına halim / selim tavırlar ile hasta doktoru tedavi ediyor, doktor hastasını tedavi ediyor …
Mevlâna şöyle diyor:
Kâbe bünyâd-ı Halîl-i Azeresi
Dîl nazargâh-ı Celîl-i Ekberest
“Bir kez gönül yıkmak, Kâbe’yi yıkmaktan daha kötüdür. Çünki Kâbe, Azer oğlu Halil’in (Hz. İbrahim’in) yapmış olduğu binadır.
Kalb ise, Celîl-i Ekber ve Yüceler Yücesi Allah’ın nazargâhıdır.”
________________________________________________
- Gazzâlî, Ihyâ, III, 15
- Sehâvî, s. 308; Aclûnî, II, 129.
- Mektubât , III, 45.