Süâl: Hem dâru’l-İslâm hem de dâru’l-harb tebeâsından olmak şeklindeki çift tâbiiyyet mümkin midir, dâru’l-İslâm tâbi’i iken, bi’l-âhıre, dâru’l-harbe taşınıp, dâru’l-harb tâbi’i olan mü’min bir kimsenin, dînî ve hukūkî vaz’iyyeti nedir?
Cevâb: Süâlde mezkûr şekildeki çift tâbiiyyet aslâ ve kat’â mümkin olmayıp, süâlde mezkûr alçaklığa dûçâr olan mü’min kimse, dînen fâsik hukūken harbîdir.
Zîrâ, dâru’l-harb tâbi’i iken, bi’l-âhıre, dâru’l-İslâma hicret edip, dâru’l-İslâm tabi’i olan mü’min bir kimsenin, Şerîat-ı Muhammediyye’ye binâen, dâru’l-İslâmda vücûd bulan cân ve mâl emniyyetinin şümûlüne dâhil olması şeklindeki emrullâhın îfâsının hilâfına, dâru’l-İslâm tâbi’i iken, bi’l-âhıre, dâru’l-harbe taşınıp, dâru’l-harb tâbi’i olan, süâlde mezkûr mü’min kimsenin, işbu süflî işi yapması hasebiyle, bir günâh-ı kebîre girmiş olmakla birlikde, Şerîat-ı Muhammediyye’ye binâen, dâru’l-İslâmda vücûd bulan cân ve mâl emniyyetinin şümûlünden, kendi kendine hurūç etmiş olur.